3 Ekim 2017 Salı

Zamanın Tik Takları

Hayatının gerçeklerini sorgulamaya başlayan insan hem ayvayı yemiştir, hemde dünyanın en şanslı insanlarının arasına katılmıştır. Sorguladıkça gerçeklik değişir çünkü.

Bu süreçte hem güvensiz hissedersiniz, sanki toplum tarafından aforoz edilmiş gibi. Hemde bir kaşif gibi tatmin olma hissinin doruklarını yaşarsınız.

Farklı görmeye başlar, eskisi gibi bakamazsınız artık. Eskiden takıldığınız şeylere takılmamaya başlarsınız. Bir bakmışsınız ki geçmişiniz değişmiş. Evet, yanlış duymadınız; gerçekten geçmiş değişiyor. Geçmişi değiştirme gücü!!! En çok geleceğe odaklanarak yaşadığımızı zannederiz oysa, halbuki insan hep geçmişiyle uğraşır bakınca. Geleceğe odaklanmak için verilen çaba çoğu zaman geçmişi değiştirmek için bir uğraştır oysa.

Zaman değil hareket eden biziz aslında. Zamanı yavaşlatan, birden hızlandıran yaşadıklarımız değil mi? Geçmiş, biz onu geçmeden nasıl kalsın geçmişte? Nasıl eskisin? Biz neredeysek zaman orda aslında. 2017 deyiz ama hala 2010 da yaşadığımız bir olaya takılı kalmışız. Atlatamamışız. E, sorarım size geçmiş mi oluyor zaman şimdi?


Hadi düşünün bakalım; siz hangi zamandasınız şuanda? 

14 Mayıs 2017 Pazar

Olayları Çevirmek

Hayatta istediğimiz şekilde gitmeyen durumlarla karşılaştığımızda bu durumları nasıl yönetiyoruz?
Büyümek ve olgunlaşmak bu durumlara nasıl tepki verdiğimizle yakından ilişkili olabilir mi?
İlişkimizde istemediğimiz olaylar yaşıyor, ya da bir tatil planımız sekteye uğruyor, ve ya kariyerimizle ilgili karmaşık problemlerle karşılaşıyoruz.

Aslına bu biraz bardağın neresine bakıyoruz meselesi gibi. Yarısı dolu bir bardakla karşılaştığımızda ne diyoruz? Ya da tamamı boş olabilir bu bardağın. Susadık ve karşımızda boş bir bardak var. Ne yaparız? Su içmenin başka yollarını ararız, başka yerlerde su ararız değil mi?

Hayatımızda bize engel gibi görünen durumlarla karşılaştığımızda neden bu kadar kolay “başka bir çözümü  illaki vardır” rahatlığını yaşayamıyor ve başka bir çözüm bulamayacağımızı hissediyoruz. Bazen problem yaşadığımız kişilere, şeylere küsüyoruz içimizden. Bazende kaçıyoruz onlardan ya fiziksel olarak ya da psikolojik olarak uzaklaşmayı seçiyoruz sıkıntı yaşadığımız alanlardan.

Bu alandan çıkmak tabi ki bir seçim olabileceği gibi, tercihen çıkmak ile içsel olarak kaçmak zorunda hissetmek arasındaki farkı görmemiz gerekiyor. Çünkü kaçtığımızda saklanıyoruz aslında. Çözemeyeceğimizi sanıyoruz, yüzleşmek istemiyoruz, gücümüzü kullanmayı reddediyoruz, korkuyoruz. Olayın içine girip neler yapabileceğimize bakmıyoruz bile. Bu durumda kendi içsel psikolojik engellerimizle yüzleşiyoruz aslında. Cesaret etmek ve olayın içine girmek zor, kabul ediyorum. Ama girip çözdüğünü görmek ya da nereye kadar çözebileceğini görmek gibisi de yok.

Gelmek istediğim nokta olayları olumluya çevirmekti aslında. Hava çok güzel diye dışarıya çıktığımızda ve birden yağmur bastırdığında oturup ağlamayız. Nasıl korunabileceğimize bakarız ya da yağmurun keyfini çıkarmaya. Bu basit bir örnek gibi gelebilir. Aslında hayatta karşılaştığımız ve engel dediğimiz şeylerin hepsi bu kadar basit. Onları zor ve daha gerçek kılan içimizde kendimize koyduğumuz psikolojik bariyerler.

Engellerle karşılaştığımızda şimdi ne yapabilirim diye engelsiz bakabildiğimizde mutlaka başka bir ışık görünüyor ufukta. Hayat bize bir yol gösteriyor, yeter ki cesaret edelim bakmaya..





13 Mayıs 2017 Cumartesi

Kendini Kabul Etmek ne ola ki?

İnsan kendine inanmadığı her an, başka bir şey buluyor inanacak... ve sahipleniyor.
İnsan kendini kabul etmediği her an, başka bir şey buluyor kabul edecek...ve sahipleniyor.

İnanç, insanın en temel ihtiyacı hatta karnının doymasından bile daha öncelikli bir gereksinim belki de. Belki de Maslow piramidi gerçek değil. Belki de insanın  doyabileceğine dair inancı olmalı önce.

Kendini kabul etmeyen insan kendine inanabilir mi? Ya da insan neyi kabul etmeli ki kendinde? Bencillliğini mi? Aptallığını mı? Gücünü ve zekasını mı? Gerizekasını mı? Güzelliğini mi? Çirkinliğini mi?

Kabul etmek nasıl büyük bir mertebe... Hem korkutan, hem güven veren.
“Eee kabul edince ne olacak yani?” diye sormuyor muyuz içimizden? Bizi ne güdüleyecek o zaman? Biz eksikliklerimizle motive olan bir türüz. Hep kendi kafamızdaki ideale ulaşmak isteyen, ulaştığımız her idealden sonra yeni bir eksiklik kapısı bulup oraya ulaşmak isteyen varlıklarız. Çünkü insan olmak belki de gelişmek, değişmek, adapte olmak, üretmek, soyunmak ve gerçeğe ulaşma yolunda gitmek demektir. Temelde kabul etmemiz gereken ama inkar ettiğimiz şey bu belki de.

Kendi yarattığımız “yalancı” güven ihtiyacımızı, “yalancı” onay ihtiyacımızı doyuracağını sandığımız topluma yapışmak için içimizdeki kendini bulmak isteyen, belki nirvanaya erişmek isteyen yanımızı toprağa gömdük çoktan.

Kendi içimize bakmaya cesaret edemiyoruz, gerçek huzuru içimizde bulmaktan korkuyoruz. Ya biz doğru değilsek diye kendimizi reddediyoruz. Ya yanlışsak. Ya nirvana filan hikayeyse! Ya insan kendi içinde hissettiği kadar değerli bir varlık değilse! Ya buna çevremizi ikna edemezsek!

Çünkü onaylamanın dışardan geleceğine o kadar inanıyoruz ki, çevremizin onaylamadığı duygularımızı, isteklerimizi içimizde gömüyoruz.

İnsanız ve yaşadığımız hayattan tatmin olmak istiyoruz. Ama hep dışarıyı tatmin etmeye çalışıyoruz. İçimizdeki huzursuzluğu görmezden gelmeye çalışarak üstelik. İçimizden gelmeyen şeylere muhtaçmışız gibi kendimize rol yaparak, huzur bulamayacağımızı bile bile devam ediyoruz. Sonra öfkeli ve saldırgan kişiler olup çıkıyoruz. Çünkü haklı gerekçelerimiz var; biz doğruyu yapmaya çalışıyoruz yinede dünya bizi kabul etmiyor. Dünya onaylanma ihtiyacımızı karşılamıyor.


Karşılamaz! Dünya bize bizi hatırlatıyor. 

22 Mart 2017 Çarşamba

Dikkat! İçinizde Radyoaktif Madde Var

“Herhangi bir maddenin atom çekirdeğindeki nötronların sayısı, proton sayısına göre oldukça fazla ise; bu tür maddeler kararsız bir yapı göstermekte ve çekirdeğindeki nötronlar alfa, beta, gama gibi çeşitli ışınlar yaymak suretiyle parçalanmaktadırlar. Çevresine bu şekilde ışın saçarak parçalanan maddelere radyoaktif madde denir.”


  
Geçenlerde (neden, hatırlamıyorum), radyoaktivite hakkında okurken yukarıdaki tanıma denk geldim. Evet dedim tam da benim konum. Çünkü son zamanlarda insan kendi enerjisini nasıl korur, nasıl kendisinde kalır araştırmaları yapıyordum :)

İçi de, kafası da daha karışık olan insanlar anlarlar beni :) ve içiniz, kafanız karışık olduğunda genellikle kendinizi daha pasif ve bitkin, yorgun hissedersiniz. Bu tanım, bu karışıklık dönemlerimizi anlatıyor gibi geldi bana.

Zaman zaman kararsız kalıp savruluyoruz ve sonunda belki toparlanamayıp dağılıyoruz. Adım atmaya, yeni bir şeye başlamaya yetecek kadar enerjimiz olmuyor. Böyle zamanlarda içimizde kim bilir kaç ses birden konuşmaya başlıyor. Bu seslerden pozitif olan, negatif olan yada kararsız olanlar oluyor.

İşte o seslerden çoğu nötr olduğunda bulunduğunuz yerde kalıyorsunuz. Bulunduğunuz yerden çıkmak istiyor musunuz yada istemiyor musunuz onu bile bilemeyebiliyorsunuz. Çünkü ne negatif tarafları duyabiliyorsunuz nede pozitif. Yada ikisini de eşit oranda duyuyorsunuz. Veya negatif taraf ağır basıyor. Aslında bazen negatif yada pozitif olmak nötr olmaktan daha aktif olmamızı sağlıyor. Nötr hissetmekle birlikte bir rahatsızlık söz konusu olduğunda sıkıntılar başlıyor.

Hem rahatsız olup hem nötr olduğumuzda aslında tam da nötr kalamıyoruz bence. Yada şu daha gerçek olabilir; gerçekte nötr değiliz ama yargılarımızdan/korkularımızdan dolayı nötrmüşüz gibi davranıyoruz. Çünkü içimizde kendi özümüze ait olan sesleri çoğu zaman duymak istemiyoruz ve bastırıyoruz.

Kendimizi kararsız zannederken hatta enerjimiz yok zannederken, içimizdeki bu nötr sandığımız tarafımız bir şekilde, bir kanal bulup enerjisini akıtma ihtiyacı hissediyor. Eğer bunun farkında değilsek, yani içimizde olan isteklerimizi yok sayarak nötr numarası yapıyorsak; o yok saydığımız enerji alfa, beta, gama gibi çeşitli ışınlar yaymak suretiyle bizi parçalayabiliyor.  Bu ışın yayma meselesi ise daha çok şöyle oluyor; hep dışarıyla ilgileniyoruz, o ne yapıyor, bu ne diyor vs. Sonunda hiç duymaya cesaret edemediğimiz kendimiz, yok oluveriyoruz.

Enerjimizi korumak istiyorsak bu enerji kaçaklarına karşı dikkatli olmalıyız. İçimizde konuşanları duymaya çalışarak, bizi pasifleştiren sesleri pozitife çevirmeliyiz ki hareket edebilelim.


Farkındalıkla, sağlıcakla...


*https://nukleer.wordpress.com/2-radyoaktif-madde-nedir/

21 Ocak 2017 Cumartesi

Olumlama Yapmak Mı?



 Son zamanlarda popüler olan bir mekanizmadan bahsetmek istiyorum. Mekanizma sözcüğünü özellikle kullandım çünkü olumlama yapmak sistematik bir yaklaşım gerektiriyor.

Olumlama yapmak için;
Hayatınızda değiştirmek veya geliştirmek istediğiniz bir şey olması gerekiyor. Başlangıç için bu yeterli bir malzeme. Fakat devam etmek için farkındalık ve inanç gerekiyor. Farkındalık ve inanç, siz yola çıktıktan sonra geliştirebileceğiniz ve size her alanda güç katacak yardımcılarınız aslında.

Olumlama yapmak; kendi kendinize inanç, düşünce veya kodlama geliştirmek demektir. Bu bir cümlenin tekrarı ile olabileceği gibi, dua, dilek, meditasyon gibi araçlar ile de yapılabilir. Bu birazda bizim yaratıcılığımıza kalmış bir şey. Olumlama, bize iyi gelen durumları, sözcükleri, ortamları devamlı hale getirmek sureti ile hedefimiz ile buluşmaktır. Ve artık hedefi içimize almaktır.

Olumlamaların sınırsız bir kullanım alanı vardır. Geliştirmek ve dönüştürmek istediğiniz her alanda bu araçlara başvurabilirsiniz. Örn; kişisel duygularda (değersizlik, suçlanma, korku vb.), kariyer planlarında, ilişkilerde yaşanan sorunlarda, parasal konularda…

Don Miguel Ruiz, Dört Anlaşma kitabında sözcüklerin büyü olduğundan bahseder. Gerçekten hayatımıza baktığımızda sözcüklerin tüm yaşamımızı ele geçirdiğini görürüz. 

Olumlu veya olumsuz olsun, her hangi bir telkini belli bir süre tekrar ettiğimizde bizim gerçeğimiz olması kaçınılmaz olur. Aslında bu durumun literatürde de yeri var. ‘Pygmalion etkisi’ (beklenti etkisi)* diye geçiyor. Ve yunan mitolojisine kadar dayanıyor.

Sözler dünya ile kurduğumuz iletişimin en güçlü araçlarındandır. Bu aracı farkındalık ile yönetemediğimizde, onlar bizi yönetmeye başlar. Kullandığımız sözler bizim hayatımız olur. Üstelik sözler sadece dış dünya ile iletişimimizi değil kendi içimizde konuşmalarımızı ve dolayısı ile iç dünyamızı da yönetir. Olumlama yapmaktaki amaç da zaten, çalıştığımız konu ile ilgili içsel konuşmalarımıza barış getirmektir. Biz bir şeyin olmasını istiyorsak ama hedefimize ulaşamıyorsak, içimizde bu konu ile ilgili bir çatışma var demektir. Bir yanımız bunun olmasını isterken diğer yanımız olmasını istemiyor olabilir. Olumlama yaparak hedefimize ulaşmamızı istemeyen tarafımıza dokunmuş oluruz. İçsel konuşmalarımız barış içinde olduğunda kendimize şefkatli davranırız. Kendimize şefkatli davrandığımızda iyi hissederiz. İyi hissettiğimiz de ise kendimize potansiyelimizi sevgi ile dışarıya çıkarma fırsatını vermiş oluruz. Hedefe giden yolu, kendimize açmış oluruz yani.

Olumlama yaparken direnç göstermek yani tekrarladığımız olumlu cümleyi reddetmek çok normaldir :)

Zaten bizim amacımız bu reddediş noktasına erişip orayı değiştirmek. Yani bataklığı kurutmak. İşte bu reddedişler, bizim çalıştığınız konu ile ilgili bilinçaltı kayıtlarımızı bize gösterecekler. Asıl değişmesi gereken noktalar yani. Bu noktalarda kendinize ‘neden’ diye sorun ve ‘çünkü’ ile başlayan cevaplar verin. Bu cevapların sonunda yeni bir katman açmış olabilirsiniz ve olumlama konunuz değişebilir. Örneğin, para ile ilgili çalışırken altından farklı inançlar çıkabilir. Ve konu artık sizin para ile ilgili negatif inancınız olur. Olumlama yapmak, kişinin kendisi ile çalışması demektir.  Kendimizle çalışmak ise hayatımız boyunca devam edecek bir yolculuk. Bu yolculukta hayatın seçimlerden ibaret olduğunu, seçimlerimizi değiştirmeye hakkımız ve gücümüz olduğunu her zaman kendimize hatırlatmalıyız. 

Hayatımızın, kullandığımız sözlerin, içsel konuşmalarımızın, çekirdek inançlarımızın kaynağı her ne olursa olsun onları değiştirme sorumluluğu bize ait. Ya dışarıyı suçlayarak ve sürekli şikâyet ederek yaşamaya devam ederiz. Ya da farkındalık ile kendi yaşamımızın sorumluluğunu alırız. Seçim bizim…

*Beklenti Etkisi