14 Mayıs 2017 Pazar

Olayları Çevirmek

Hayatta istediğimiz şekilde gitmeyen durumlarla karşılaştığımızda bu durumları nasıl yönetiyoruz?
Büyümek ve olgunlaşmak bu durumlara nasıl tepki verdiğimizle yakından ilişkili olabilir mi?
İlişkimizde istemediğimiz olaylar yaşıyor, ya da bir tatil planımız sekteye uğruyor, ve ya kariyerimizle ilgili karmaşık problemlerle karşılaşıyoruz.

Aslına bu biraz bardağın neresine bakıyoruz meselesi gibi. Yarısı dolu bir bardakla karşılaştığımızda ne diyoruz? Ya da tamamı boş olabilir bu bardağın. Susadık ve karşımızda boş bir bardak var. Ne yaparız? Su içmenin başka yollarını ararız, başka yerlerde su ararız değil mi?

Hayatımızda bize engel gibi görünen durumlarla karşılaştığımızda neden bu kadar kolay “başka bir çözümü  illaki vardır” rahatlığını yaşayamıyor ve başka bir çözüm bulamayacağımızı hissediyoruz. Bazen problem yaşadığımız kişilere, şeylere küsüyoruz içimizden. Bazende kaçıyoruz onlardan ya fiziksel olarak ya da psikolojik olarak uzaklaşmayı seçiyoruz sıkıntı yaşadığımız alanlardan.

Bu alandan çıkmak tabi ki bir seçim olabileceği gibi, tercihen çıkmak ile içsel olarak kaçmak zorunda hissetmek arasındaki farkı görmemiz gerekiyor. Çünkü kaçtığımızda saklanıyoruz aslında. Çözemeyeceğimizi sanıyoruz, yüzleşmek istemiyoruz, gücümüzü kullanmayı reddediyoruz, korkuyoruz. Olayın içine girip neler yapabileceğimize bakmıyoruz bile. Bu durumda kendi içsel psikolojik engellerimizle yüzleşiyoruz aslında. Cesaret etmek ve olayın içine girmek zor, kabul ediyorum. Ama girip çözdüğünü görmek ya da nereye kadar çözebileceğini görmek gibisi de yok.

Gelmek istediğim nokta olayları olumluya çevirmekti aslında. Hava çok güzel diye dışarıya çıktığımızda ve birden yağmur bastırdığında oturup ağlamayız. Nasıl korunabileceğimize bakarız ya da yağmurun keyfini çıkarmaya. Bu basit bir örnek gibi gelebilir. Aslında hayatta karşılaştığımız ve engel dediğimiz şeylerin hepsi bu kadar basit. Onları zor ve daha gerçek kılan içimizde kendimize koyduğumuz psikolojik bariyerler.

Engellerle karşılaştığımızda şimdi ne yapabilirim diye engelsiz bakabildiğimizde mutlaka başka bir ışık görünüyor ufukta. Hayat bize bir yol gösteriyor, yeter ki cesaret edelim bakmaya..





13 Mayıs 2017 Cumartesi

Kendini Kabul Etmek ne ola ki?

İnsan kendine inanmadığı her an, başka bir şey buluyor inanacak... ve sahipleniyor.
İnsan kendini kabul etmediği her an, başka bir şey buluyor kabul edecek...ve sahipleniyor.

İnanç, insanın en temel ihtiyacı hatta karnının doymasından bile daha öncelikli bir gereksinim belki de. Belki de Maslow piramidi gerçek değil. Belki de insanın  doyabileceğine dair inancı olmalı önce.

Kendini kabul etmeyen insan kendine inanabilir mi? Ya da insan neyi kabul etmeli ki kendinde? Bencillliğini mi? Aptallığını mı? Gücünü ve zekasını mı? Gerizekasını mı? Güzelliğini mi? Çirkinliğini mi?

Kabul etmek nasıl büyük bir mertebe... Hem korkutan, hem güven veren.
“Eee kabul edince ne olacak yani?” diye sormuyor muyuz içimizden? Bizi ne güdüleyecek o zaman? Biz eksikliklerimizle motive olan bir türüz. Hep kendi kafamızdaki ideale ulaşmak isteyen, ulaştığımız her idealden sonra yeni bir eksiklik kapısı bulup oraya ulaşmak isteyen varlıklarız. Çünkü insan olmak belki de gelişmek, değişmek, adapte olmak, üretmek, soyunmak ve gerçeğe ulaşma yolunda gitmek demektir. Temelde kabul etmemiz gereken ama inkar ettiğimiz şey bu belki de.

Kendi yarattığımız “yalancı” güven ihtiyacımızı, “yalancı” onay ihtiyacımızı doyuracağını sandığımız topluma yapışmak için içimizdeki kendini bulmak isteyen, belki nirvanaya erişmek isteyen yanımızı toprağa gömdük çoktan.

Kendi içimize bakmaya cesaret edemiyoruz, gerçek huzuru içimizde bulmaktan korkuyoruz. Ya biz doğru değilsek diye kendimizi reddediyoruz. Ya yanlışsak. Ya nirvana filan hikayeyse! Ya insan kendi içinde hissettiği kadar değerli bir varlık değilse! Ya buna çevremizi ikna edemezsek!

Çünkü onaylamanın dışardan geleceğine o kadar inanıyoruz ki, çevremizin onaylamadığı duygularımızı, isteklerimizi içimizde gömüyoruz.

İnsanız ve yaşadığımız hayattan tatmin olmak istiyoruz. Ama hep dışarıyı tatmin etmeye çalışıyoruz. İçimizdeki huzursuzluğu görmezden gelmeye çalışarak üstelik. İçimizden gelmeyen şeylere muhtaçmışız gibi kendimize rol yaparak, huzur bulamayacağımızı bile bile devam ediyoruz. Sonra öfkeli ve saldırgan kişiler olup çıkıyoruz. Çünkü haklı gerekçelerimiz var; biz doğruyu yapmaya çalışıyoruz yinede dünya bizi kabul etmiyor. Dünya onaylanma ihtiyacımızı karşılamıyor.


Karşılamaz! Dünya bize bizi hatırlatıyor.