31 Ocak 2016 Pazar

İlk defa ne zaman vazgeçtik kendimizden?




İlk defa ne zaman izin verdik bir başkasının bizim hayatımıza karışıp, kendi kararlarını bizim hayatımızda uygulamasına? Neden kendi isteğimiz yerine bir başkasınınkini yaptık istemeye istemeye? Neydi bizi korkurtan kendi fikrimizden, istediğimizden, yapabileceklerimizden, kendimizden? Ne zaman öğrendik kendimizden korkmayı ve ne zaman başladık kendimizden uzaklaşmaya? Neden vazgeçtik kendimiz olmaktan?

Bizi kendi yapmak istediklerimizden vazgeçecek kadar korktutan şey neydi? Kabul edilmemek mi? Sevilmemek mi? Onaylanmamak mı? Bu taşıdığımız korku her ne ise genetik bir hastalık gibi nesilden nesile geçiyor. Kendimizden vazgeçmenin sorumluluğunu ailelerimize mi vermeliyiz? Peki onlar kimden/neyden korktu da çok sevdikleri çocuklarına kendileri olma özgürlüğünü veremedi? Onlar da kendi aile kalıplarından veya ezberlediklerinden korktular. Bu suçlu listesi nereye kadar uzanır böyle bilmem. Beni kendim olmaktan uzaklaştıran ve kısıtlayan şey her ne ise, bunu bana kim verdiyse, öfkelenmeme sebep oluyor. Sinirleniyorum. İçimde kendini kısıtlamaya çalışan, böyle olması gerektiğine inanan bir çocuk var. Kendini ancak böyle koruyabileceğine inanıyor. İmkansızlıklara inandırılmış, yapmak/yaşamak istedikleri başkalarının onayına bağlı kalmış bir çocuk. Kendi isteklerini yaparsa aç kalacağı, parasız kalacağı, sevilmeyeceği, onaylanmayacağı, taciz edileceği, dışlanacağı ve daha bir sürü negatif şey öğretilmiş, o da öğrenmiş tabi. Tüm bunları yaşamamak için elinden geleni yapıyor. Kendi isteklerine kulak tıkıyor ve başkalarının beklentilerini ön plana çıkarıyor. Ve sonunda istememeyi öğreniyor.

 Artık, korku hissetmediği zamanlarda bile içinden herhangi bir şeye karşı istek gelmez oluyor. Bu isteksizlik hallerinde, neden bu kadar isteksiz olduğu için kendini suçluyor. Çünkü ondan beklenenleri yapamaz hale geliyor. Kimseyle konuşmak istemiyor, işe gitmek istemiyor, dışarı çıkmak istemiyor, kendine bakmak, süslenmek istemiyor, kilo vermek,diyet yapmak istemiyor. Bu istemediği şeyleri istemediği için bile suçlu, çünkü bunları normalde başkaları için yapıyor. Başkalarının isteklerini yapamadığı için suçlu. 

Herhalde bu belirtiler size de depresyonu hatırlatmıştır. Çok şükür ki ben depresyona girmedim, girdiysemde çok fark edemedim. Ama bahsettiğim bu isteksizlik durumlarını kısa süreli olsada derinden yaşadım. İnsan neredeyse yaşamak bile istemiyor. Kendi isteklerinden vazgeçmek, kendinden vazgeçmek sonunda insanı yaşamaktan vazgeçirir hale getirebiliyor

3 idiots (3 Aptal) diye Hint yapımı bir film izledim. Film bu bahsettiklerimi o kadar güzel somutlaştırmış ki. 3 arkadaş da mühendis olmak için okuyor. Ama sadece birisi başarılı ve hatta okul birincisi. Arkadaşları ona tuzu kuru muamelesi yaparken şöyle diyor “Neden birinci oluyorum biliyor musunuz? Çünkü makinaları seviyorum, mühendislik benim tutkum, sende senin tutkun olduğun şeyi yap!” Arkadaşı ise vahşi hayvanların fotoğraflarını çekmeyi çok seviyor ama babası mühendis olmasını çok istiyor diye mühendislik okuyor. Sonunda o da kendi tutkusuna doğru yol alıyor. Fakat filmde 2 öğrenci, okul tarafından başarılı bulunmadıklarını ailelerinin kaldıramayacağını düşündükleri için intihar ediyor. Kendileri mühendis olamadıklarına üzüldükleri için değil (çünkü bu zaten kendi tercihleri değil), ailelerinin beklentilerini karşılayamayacakları için intihar ediyorlar. Filmi izlemenizi tavsiye ederim.

Kendimizden, tutkularımızdan vazgeçişlerimizin maalesef çoğumuz farkında bile değiliz. Bu yüzden etrafımdaki çoğu insanın yaşama enerjisi yok, yaşamaya hevesli değil, kendi hayatından vazgeçmiş. Tutkunu olduğumuz şeyleri bilmiyoruz bile. Yaşamak için içsel motivasyonumuz yok. Para için, başkalarının sevgisi, takdiri, onayı için, çocuklarımız için yaşıyoruz. Kendimiz için yaşamayı unuttuk. Kendimiz için yaşadığımızda suçlu hissediyoruz, bencil hissediyoruz.

Tüm bunların ışığında aslında şöyle bir akış oluşuyor;
İstemek en doğal hakkımız. Doğal bir şekilde isteyemiyorsak, yaşamayı da tam anlamıyla isteyemiyoruz maalesef. İçsel motivasyonumuzu yükseltmek için içimizdeki isteklere kulak vermemiz gerekiyor diye düşünüyorum.

Peki ne yapmalıyız? Bunun için yukarıda koyu font yaptığım cümlelere tekrar bakmak istiyorum;

“Kendini ancak böyle koruyabileceğine inanıyor.”
Kendimizi korumak adına kendimizden vazgeçerek kendimize zarar veriyorsak, kendimizi korumak için başka yollar bulmamız gerekiyor demek ki. Bunları tekrar öğrenebiliriz. Artık kendi yeni formülümüzü kendimize öğretebiliriz. Bu konuda araştırma yapabiliriz, yardım alabiliriz.

“...suçlu çünkü bunları normalde başkaları için yapıyor. Başkalarının isteklerini yapamadığı için suçlu.”
Gerçekten kendimiz için mi yaşıyoruz, yoksa bir başkası için mi? Bir karar vermeliyiz. Kendimiz için, gerçekten istediğimiz, zevk aldığımız, sevdiğimiz şeyler yapıyor muyuz? Mesela kendimizle ilgilenmekten gerçekten zevk alıyor muyuz, yoksa hep başkaları için mi hazırlanıyoruz?

“Kendi isteklerinden vazgeçmek kendinden vazgeçmek sonunda insanı yaşamaktan vazgeçirir hale getirebiliyor.ÇÜNKÜ Yaşamak için içsel motivasyonumuz yok.”
Tanıdığım çoğu insan (bende dahil) kendinden vazgeçtiği için pasif bir depresyon yaşıyor. Eğer sonunda bu duruma gelmek istemiyorsak, gerçek anlamda “KENDİMİZE GELMEMİZ” gerekiyor.

24 Ocak 2016 Pazar

Yaşasın Regl Oldum :)



29 yaşında regl olduğunu kutlamak :) Ne güzel bir duyguymuş meğer. 

Son zamanlarda, arkadaşlar arasında ‘kızım olursa regl olduğunda kutlayacağız, genç kızlığa güzel bir adım atsın’ geyikleri dönüyordu. Geçenlerde bu geyikleri düşünürken birden kendime üzülürken buldum kendimi. “Keşke bende ilk regl olduğumda kutlasaydık yaa :(”, “O zaman daha kadınlığımla barışık olabilirdim belkide” gibi düşünceler beynimden son hızda geçiverdi. Sonra birden bunların yanında taptaze bir düşünce belirdi. “Şimdi neden yapmıyorum. Ben bu olayı çok şükür ki her ay yaşıyorum zaten. Bu ay neden kutlamıyorum kiii, ne olur kiiii :)  Resmen aydınlandım. 
 Bu olayın kendisini sevmediğimiz gibi, adını da bir türlü beğenemedik bizim buralarda. Benim bildiğim isimleri; aybaşı, adet, regl şimdi de menstrüasyon.  Bunun sebebi nedir bilmiyorum. Konuşurken daha anlaşılmaz olsun mu istiyoruz yoksa yeni isimler daha mı modern geliyor kulağa? Ya da yeni isim arayışlarında olmakla aslında olayın içeriğini mi anlamaya çalışıyoruz? Bu olaya yakışır, olayı tam alatabilecek bir isim mi arıyoruz acaba? Ben şimdilik regl demeye devam edeyim :)

Biz orta okuldayken rehber öğretmenimiz bir ders saatinde gelip kızlara regl ile ilgili bilgilendirme yaptığını hatırlıyorum. Bunun korkulacak bir şey olmadığını filan anlatmıştı. Korkanlar vardır belki ama ben hiç korktuğumu hatırlamıyorum. Hatta genç kız olacağım için heyecanlanıyordum, bir an önce regl olmak istiyordum. Bunun genç kızlığa adım atmak demek olduğunu düşünüyordum çünkü. Fakat bizim evde benim regl olmam hiç bir etki yaratmadı. Kimse sallamadı. Üstüne birde bunun saklanacak bir şey olduğunu öğrendim. Regl olduğumu kimsenin anlamaması gerekiyordu, regl olduğumda pür dikkat davranmalıydım. Mesela pedimi filan değiştireceksem hiç bir erkek pedimi elimde görmemeliydi. Yine orta okulda erkekler kızların çantasında ped bulduğunda o kız rezil olurdu sınıfa. Erkekler dalga geçerlerdi acımasızca, biz kızlar da erkeklere kızardık ve rezil olan kız arkadaşımız için üzülürdük. Yazıktı ona!

Bir yandan da tabi, bu olayın bir kadın için sağlık belirtisi olması durumu var. Bunu kimse açıkça inkar etmiyor. Herkes bunun farkında ama kimse açık açık da sevinmiyor sağlıklı olduğuna. Kadınlar olarak reglimizi gizli yaşamak zorunda hissediyoruz.

İlk regl olduğumda “Süper bir haber, bunu kutlamayız, sağlıklı olduğunun bir belirtisi. Senin adına çok sevindim” cümlesini annemden duysaydım nasıl olurdu acaba? Okuldaki oğlan çocuklarına pedimizle dalga geçiyorlar diye kızmazdım belki en fazla gülerdim, gereksiz bulurdum ama öfkelenmezdim heralde. Şimdi, hala şansım varken ben kendi kendime söylüyorum “süper bir haber, bunu kutlamalıyız!”. Bunu kendi kendime akıl etmek bile bana çok iyi geldi. Belki size de iyi gelir :)

Bunun yanı sıra birde kadınların menapoza girdiği dönem var. Benim çevremdeki kadınlar bu dönemi de gizli kapaklı yaşıyor. Kimse anlamasın istiyor. Yani regl oluyorsun saklıyorsun, regl olmak bitiyor yine saklıyorsun. Mantıken en az ikisinden birisi sevinilecek bir durum olmalı. Ama ikisini de başımıza kötü bir olay gelmiş gibi yaşıyoruz.

Teoman’ın “iki yabancı” şarkısı geldi aklıma bu yazıyı yazarken. Şarkıda “Yoktur üstüne senin, güzeli çirkin yapmakta, Suçuysa dünyaya atmakta” diyor. Gerçekten güzeli çirkin yapıyoruz, suçu da dünyaya atıveriyoruz...

17 Ocak 2016 Pazar

Kıskançlığın Üzerine Yatan Değersizlik



Trajikomik bir olay bu :) Son zamanlarda popüler olan değersizlik duygusu kıskançlığın üzerine mi yatıyor acaba? Ne demek bu? Kıskançlıkla olan ilişkisine bakmadan önce kendisinden biraz bahsetmek istiyorum müsadenizle. Değersizlik, çoğu insanın hayatında az ya da çok hissettiği bir şey. Bir şey diyebildim, çünkü değersizlik inanç mı yoksa duygu mu ben de henüz anlamadım :) İnançsa neden “değersiz hissettim” diyoruz? 

Aslında şöyle düşünürsek inanç olma ihtimali daha yüksek gibi; 
Değersiz hissettiren şey gerçekten değersizliğin sebebi değil aslında. En ufak bir şey bile insana değersiz hissettirebiliyor. Mesela, kendinizde yaptığınız ufacık bir değişikliğin sevdikleriniz tarafından fark edilmemesi olabilir bu. Aslında yaptığınız değişiklik o kadar küçük ki fark etmek mümkün değil. Yine de insan bazen bu gerçeği bir kenara bırakıp fark edilmediği için kendisini değersiz olarak nitelendirebiliyor.  O anda değersizlik inancı birden  vücut buluyor.  Yani sen zaten değersiz olduğuna içsel olarak inandığın için (bilinç dışı olarak) değersiz hissediyorsun. Oysa yukardaki örnek için gerçek şu ki; yaptığın değişiklik bir insanın algılayabilmesi için çok küçük kalıyor.

Kıskançlık ise değersizlikten daha meşhur olan bir durum. Hatta daha pozitif diyebiliriz belki. Genelde kıskanılmak sevgi göstergesi olarak değerlendirilir bizim toplulumuzda. Öyle midir değil midir tartışılır. Ama oluşturulmuş bu pozitif algıdan dolayı kıskançlığın değersizliğe dönüşmesini kaçırabiliyoruz.

Peki kıskandığımızda ne oluyor da değersizlik üzerine düşüveriyor?

Tabi bu bahsettiğim kıskançlık sevgili kıskanması değil, daha çok kendinde olmayan bir şeyin başkasında olduğu durumlarda oluşan kıskaçlık. Bu tarz bir kıskançlık fikrimce bir kıyaslamanın peşinden geliveriyor. Ve kıyaslamanın sonunda kıskançlık geliyorsa, “ortada bir eksiklik var demektir” şeklinde yorumluyoruz. İnsanın kendini eksik hissetmesi de karşı taraftan daha değersiz olduğu inancını ortaya çıkarıyor. Değersizlik buz dağının görünen kısmı olurken, kıyaslama ve kıskançlık saklanıveriyor.  Özet olarak oluşan durum: 
Kıyaslama ->Kıskanma -> Değersizlik
İnsan  bu noktada gerçekçi değerlendirmeden uzaklaşabiliyor. Kendini gerçekten değersiz sanıyor. Oysa gerçek tabiki bu değil. Ama ne yapmalı da bu değersilik duygusuna kapılmamalı? Kıskançlıktan mı vazgeçmeli? Yoksa kıyaslamaktan mı? İnsanın içinden ikisinide bırakmak gelmiyor biliyorum. Çünkü ikisinin de pozitif tarafları var. Kıskançlık bir yandan büyük motivasyon kaynağı, insana hayattaki olasılıkları hatırlatıyor. Kıyaslama ise değerlendirmeyi, ölçmeyi sağlıyor.

Kıyaslama ->kıskanma-> değersizlik üçgeninde çözüme ulaşmak istiyorsak sanırım hikayenin başladığı yere dönmeliyiz. Belki ölçme değerlendirme amaçlı kullandığımız kıyaslama yöntemine yakından bakmalıyız. Mesela, neyle neyi kıyaslıyoruz? Hani derler ya armutla elmayı kıyaslama diye. İşte biz de tam olarak bunu mu yapıyoruz acaba? Eğer iki insanı kıyaslıyorsak, evet tamda böyle bir şey yapıyoruz. Yani kıyaslamayı yanlış yerde kullanıyoruz. 

Kıyaslama -> kıskanma-> motivasyon olduğunda belki problem su yüzüne çıkmıyor, insan hayatına geriye bakmadan devam edebiliyor.  Ama kıyaslama ->kıskançlık -> değersizlik oluyorsa, dönüp bi arkanıza bakın derim. Değersizliğiniz gerçek değil, sizin değeriniz bir başkasına bağlı değil. Ezbere bir yöntemle değerlendiriyoruz kendimizi. Çünkü, hiçbirimizin şu anki koşulları, yetiştirilme tarzı, içsel dinamikleri ve hatta anne karnındaki süreci bile bir diğerine eşit değil. Kendimizi veya çocuğumuzu, eşimizi, ya da sahip olduğumuz herhangi bir şeyi başkaları ile kıyaslayarak kendimize acı çektirmekten vazgeçmeyi diliyorum. Hepimizde farklı ve mükemmel bir potansiyel var. Kıyas yapıp enerjimizi bizde olmayana verdiğimizde var olan enerjiyi de aşağıya çekip negatife çeviriyoruz. Enerjimizi kendi potansiyelimize odaklayarak onu açığa çıkarmaya verdiğimizdeyse, emin olun sonuç çok daha pozitif ve tatmin edici oluyor. O zaman hadi! Enerjimizi kendimize kullanarak daha da yükseltelim :)

12 Ocak 2016 Salı

Sizin de Keşfedilmeyi Bekleyen Sırrınız Var Mı?



Keşfedilmeyi bekleyen bir sır gibiydi. Hayatından mutluydu ama bazen inanılmaz bir boşluğa düşüyordu, herkesin orda olduğu boşluğa. Ne çok hayatın yolu boşluğa çıkıyordu. Burası kesişim kümesiydi sanki. Bu boşlukta tanışıyor, kaynaşıyor, öğreniyor eğleniyordu insanlar. Sonra boşluk birden keşfe dönüşüyordu. Keşif boşluğa, boşluk yeniden keşfe. Düşünüyordu, belki biraz fazlaca düşünüyordu. Bazen mutsuz olsada düşüncelerinden, düşünmeden edemiyordu. Herşeyi çok düşünme diyordu yanındakiler. Ama insan düşünmeden edebilir miydi? Yoksa düşünceleri miydi sıkıntılı olan. E, o zaman ne düşünecekti? İnsan düşüneceği konuyu kısıtlayabilir miydi? Düşünceye yenileri eklenebilirdi ama zaten var olan nasıl yok edilebilirdi? “Edilemez” dedi Kübra.
Sonra başladı sırrını anlatmaya;
“ Bilmiyorum ben kendimi, ne olduğumu neyden olduğumu? Bulurum belki diye düşünüyorum. Düşüncelerim umut belki bana belkide avarelikten. Kapalı bir kutunun içindeyim sanki. Bana nasıl olduğumu söyleyen yok. İnsanlar görseler demez mi nasıl olduğumu. Ben tekrar ederim. Duyduğumu, gördüğümü. Anlamaya çalışırım bana uygun mu değil mi? Hırsızlık mı bu diyede düşünmüyor değilim ama orjinalliğimi de katarım işin içine. Bunun bir öğrenme yolu olduğu kanatine vardım sonra. Benim öğrenme şeklim bu. Taklit etmek. Analiz etmek. Ben severim analizleri dibine kadar. Ben bilmiyorum kendimi. Kim biliyor ki kendini? Ben inanıyorum bu insanlara, kendilerinden emin görünmelerine.. Saçma, kim biliyor ki kendini. Çoğu bilmiyor ama cesaretleri yok. Söylemeye, aramaya cesaretleri yok. Bak benim var. Ben arıyorum da söylüyorum da. İçimi kurcalayıp duruyorum. Çıkardığım şeylere bakakalıyorum. İçim bazen bir çöplük gibi bazen mucizeler sandığı. Neler neler varmış diyorum. Ama yoruluyorum bazen de. Bana birileri söylese ya içimdekileri, çıkarıp çıkarıp bakmasam. Bilsem içerde ne olduğunu, inansam insanlara da kendi gözümle görmeme gerek kalmasa. Hayır! Ne diyorum ben. Kendi gözümle görmeme gerek kalmasa mı? İçimdekileri insanların söylediklerinden ibaret mi sansam yani? Ya onlar yanlış görürse? Ya eksik ya fazla ? Burda bir seçim yapmam gerek galiba. Ya insanların beni tanımladıkları ile devam edeceğim. Yada zahmet edip çıkarıp çıkarıp bakacağım. 

Galiba çıkarıp çıkarıp bakmak istiyorum. Kendim görmek, şahit olmak, emin olmak istiyorum. Kendi bulduklarımı istediğim gibi dönüştürürüm hem. Bu daha güzel. Kararımı verdim. 

Bak içimden ne çıktı, gördün mü? İstek mi bu? Yoksa heves mi? Neye benziyor bak, bak! İkisinin karışımı olsa ne olurdu ki? Yada var mı bunların farkı birbirinden. İstek daha güçlü geldi bana, heves de güzel ama istek daha uzun soluklu gibi.Buldum! Anne olmuş istek. İstek anne olunca çocukları heves olur bence. Hevesde var içimde, bak şurda minik minik ama çok parlak. Önce heves alıyor zaten gözümü. Az daha onların yüzünden isteği göremiyordum. 

Doğru, şimdi oturdu. Ben hep maymun iştahlıyım derdim. Meğer onlar hevesmiş. Heveslerin arkasına gizlenen isteğim, seni göremediğim için kendime kızmışım. Seni bulduğuma çok sevindim.
İstek, bana neleri getirir yanında! Ne istersem onu mu? Peki ne isteyeceğim ben? Asıl sorunum zaten ne istediğimi bilmemek değil miydi?

Bakalım mı bi daha içimde ne varmış. Belki bir ip ucu bulurum! Bir sürü şey var burda. Tamam, seçiyorum birini gözümü kapatıp. Aaa bu benim resmim gibi. Ben kendimi görmediğimi, bilmediğimi söylemiştim. Ama saçları benziyor, elleri benziyor, ayakları, kıyafetleri, görebildiğim herşey benziyor. Kendimi istiyorum. Kendimi bilmek istiyorum. Kendimden yola çıkıp kendime varmak bu olsa gerek. 

Kendimi keşfetmek istiyorum. Denemek, denemek, aramak bulmak istiyorum. Bulmaktan öte keşfetmeyi seviyorum ben, o yoldaki heyecanımı. Bulduklarım da güzel ama beni ona götüren yolda olmak muhteşem!”