Bedeni dinlemek...
Son zamanlarda üzerinde düşündüğüm önemli konulardan...
Aslında bedeni hissetmek daha doğru bir ifade...
Onu bir türlü hissedemiyor ve bağlantı kuramıyordum.. İyi haber; iki gündür minik minik bağlantı kuruyoruz. Ve bu çok tatmin edici ve keyifli.
Çok uzun zamandır onunla ezbere ve yüzeysel bir ilişkimiz
vardı. Yüzeysellik ne demek derseniz; spor yapmak GEREK, bakımlı olmak GEREK, temiz
beslenmek GEREK vs şeklinde. Sanki bir araba gibi... Hissediş ve anlayıştan
eser olmayan gereklilikler üzerinden kurulan bir iletişim.
Aslında hiç bir şey yapmamaktan iyi, ezbere de olsa
onun için bir şeyler yapmak.
Fakat onu anlamak çok tatmin edici bir deneyimmiş.
Canımın çok tatlı istediğini düşündüğüm ve kendime kocaman
çikolatalı bir kek aldığım bir an! Çatalla yemeye başladım keki. O an bedenimi
fark ettim. Dokunmak istiyordu keke, hissetmek, elimle kendimi beslemek
istiyordu. Beslemek.. Beni beslemek istiyordu bedenim. Kendime dokunmak
aslında, kendime yaklaşmak...
Son zamanlarda zaten genelde el ile yenilecek şeylere daha
fazla istekli olmuştum. Ve bunlar genelde karbonhidrat yönünden zengin
yiyecekler oluyordu. Pide gibi mesela.. Kendime yaklaşma isteğim varmış aslında.
Dokunmak, sarılmak... Ve tabi ki şefkat...
Kendimi hissetmek.. Geç oldu uyumak zorundayım değil de, uykum
geldiğinde fark edip, uyumak mesela.
Mesele onunla bağlantı kurmak... Ne demek istediğine kulak
vermek, onu anlamaya kendini açmakmış. Bunun için gönüllü olmak, bunu
içtenlikle önemseyerek istemek.
Beden durduk yere karbonhidrat istemiyor.. Belki de karbonhidrat
ya da yemek yemek istediğini biz uyduruyoruz, ezbere ilişki kurduğumuz için. O başka bir şey demeye çalışıyor muhtemelen. Kek
örneğinde olduğu gibi şefkatli bir dokunuşa, sarılmaya ihtiyacı olduğunu
söylüyor belki... Ya da bambaşka bir şey, duymak için dinlemek gerekiyor.
Hiç fark ettiniz mi; bazen kahve kupasını elimizde tutmak, içmekten daha iyi gelir bize. Çünkü beden için o anda kahve içmek yerine
sıcaklığını hissetmek daha önemlidir.
Evde yemek yapmak mesela, yiyeceklere dokunmak, onları
özenerek hazırlamak, evde ki yemeğin kokusunu hissetmek... Yemek yemekten çok,
bu duyuları beslemek beden için daha önemliymiş meğer.
Tüm bunları fark edince, bedenin sadece ağız yoluyla
beslenmediği gerçeğini görüyor insan. Beden dokunuşla, hissedişle, kokuyla,
fark edilmekle, duyulmakla, varlığının görülmesi ve fark edilmesiyle
besleniyormuş adeta.
Bedenimiz gerçek ihtiyaçları olan ve yaşayan bir varlıkmış
meğer. Ona ezbere davranarak ölü muamelesi yapıyormuşuz. O sanki yaşamıyor, sanki
hissetmiyor. O, bir defa belli ihtiyaçlarla yaratılmış bir makine sanki, ve
değişmeyen ihtiyaçlara sahip. Onu duymaya ve dinlemeye gerek yok, çünkü zaten
gerekenleri yapıyoruz.
Oysa onun bir varlığı varmış; değişen ihtiyaçları,
duyarlılıkları olan, kendine has seçimleri ve ince zevkleri olan bir varlık.
Belki de ezbere davrandığımız her şeye ölü muamelesi
yapıyoruz. İlişkilerimize, işimize, eşyalarımıza vs... Tabii bu başka bir
yazının konusu...
Şimdi biraz bedeninize kulak vermek istersiniz belki. Bedeniniz ne fısıldıyor
size? diye..
.
.
.
Uzun bir aradan sonra kaldığımız yerden, keyifli bir konu ile
devam etmek çok güzel geldi.. :)
Hoşça kalın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder